29 Şubat 2012 Çarşamba

TAYYI MEKAN


Tayyi mekân; mekân değiştirmek anlamına gelmektedir. Üç şekli vardır: Nefs Tayyi Mekânı Ruh Tayyi Mekânı Fizik Vücut Tayyi Mekânı Nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadardır. Ayrılabilmesi için bu devir sayılarının eşitlenmesi lâzımdır.

İşte gerçek uykuya ulaştığımız zaman parçasının belki tek bir saniyelik bir bölümünde, nefsin elektron devir sayısı artar; fizik vücudun devir sayısı azalır ve ikisinin dengeye geldiği anda, nefs vücuttan tereyağından kıl çeker gibi ayrılır.

Bu neye benzer? Bir kamyon düşünün, bir de özel araba düşünün. Özel arabanın sürati iki yüz kilometre olsun, kamyonun yüz kilometre. Eğer kamyonun hızını yüz elli kilometreye çıkartırsanız, öteki arabanın hızını yüz elli kilometreye indirirseniz, ikisi yan yana giderken; herhangi bir insanın, birinden ötekine geçmesi, sokakta yürüyormuş gibi bir kolaylık arz eder. Çünkü iki araba aynı hızla ve yan yana gidiyordur. Birinden ötekine geçmek hiçbir problem göstermez. Yani; Kim nefs tayyi mekânı yaparsa, kim uykuya dalarsa; uykuya daldığı anda, onun nefsi vücudundan derhâl ayrılır.

Tayyi mekânın yaşanması ise, bu ayrılığın uyanık olarak gerçekleştirilmesidir; yani kişinin aklı nefsini kumanda etmeye başlar ve nefs, fizik vücuttan ayrıldığı zaman, akıl tamamen nefsi kontrol altında bulundurur. Artık akıl, fizik vücudu kumanda etmemektedir. Fizik vücudun elektron devir sayısı, nefs kendisinden ayrıldığı an, tekrar eski haline döner. Nefsin elektron devir sayısı da fizik vücuttan ayrıldığı an, derhâl kendi elektron sayısına döner ve böylece nefs, başka bir âlem olan zahirî âlemde, yani kendisine ait olmayan bir âlemde, sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibi olur.

İnsan her gece rüya görür. Bazı insanlar da rüyalarında uçarlar. Uçanlar, aslında uykularında tayyi mekânı yaşayanlardır; ama onlar hiçbir zaman tayyi mekân yaptıklarının farkına varamazlar. Sadece rüyalarında, bir hayal âleminde uçtuklarını düşünürler. Oysa ki rüyamızın çok az bir bölümü hariç aşağı yukarı bütünü gerçektir.

Bu âlemde cereyan etmeyen, başka âlemlerde cereyan eden bir güzel yolculuğu, her seferinde yaşarız. İşte söz konusu olan şey, bunun bilincinde olmaktır. Ne zaman bilincinde olursak, o zaman yaşadığımız şey artık rüya değildir; tayyi mekândır.

Nefs, vücuttan ayrıldığı an fizik vücut derhâl uykuya dalar. Akıl artık fizik vücudu kumanda etmemektedir. Nefsi kumanda etmektedir. Fizik vücudu idare eden nedir? Otomatik kontrol sistemleridir. Midemizi, bağırsaklarımızı, kalbimizi, akciğerlerimizi bütün organlarımızı çalıştıran otomatik kontrol müesseseleri, artık onları kontrol altına almışlardır. Bu sistemlerin her biri sünnetullahın bir bağlantısını ifade eder. Sünnetullah, bütün sistemleri kontrol altında tutan, Allah`ın sonsuz bilgisayar sistemidir. Allah`ın sonsuzluğu, bütün âlemleri kapsamıştır. Kur`ân-ı Kerim diyor ki: "Allah`ım, Senin Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır" .

İşte sonsuz ilim sahibi olan Allah, bu ilminden bir parçayı insanlara da vermiştir. İnsanlar nefs, ruh ve fizik vücut tayyi mekânı yapacak seviyeye ulaşabilirler. Nefs tayyi mekânında, vücuttan ayrılan nefs başka bir âleme gider. Fizik vücutla nefsin arasında, başlarını birbirine bağlayan bir kordon vardır. Allah`ın yarattığı bu kordon, nereye kadar giderse gitsin, ne kadar sonsuz uzaklara giderse gitsin hiç kopmaz. Allah her şeye kadirdir. Eğer başka insanların kordonları birbirleriyle karşılaşsa biri ötekine hiç dokunmadan birbirinin içinden geçerler. Bir gün başınızın üzerindeki kordondan nefsinize bağlandığınızı göreceksiniz.

İşte nefs tayyi mekânı yaptıklarını iddia eden budistler diyorlar ki: “Bu kordonlar göbekten birbirine bağlıdır”. Bunun külliyen yalan olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Başka bir şey yaşıyorlarsa, biz onları bilemeyiz. Ama bildiğimiz, yaşadığımız nefs tayyi mekânı, başımızdan, fizik vücudumuzun başından nefsimizin başına bir kordonun uzatıldığını göstermektedir. Bu kordon, sonsuza kadar uzayabilen bir nesnedir ki; hiç bir nefsi başka bir vücuda ulaştırmaz. Başka bir vücudun bir nefsi kendisine mâl etmesi veya buna benzer bir olay, hiçbir şekilde mümkün değildir.

İşte böyle bir dizaynda, nefsimizin dilediğimiz yere, düşündüğümüz yere birkaç saniyede ulaştığını görüyoruz. Ve gittiğiniz yerlerde, eğer insanlar sizi görmüyorlarsa bilin ki nefs halindesiniz. O yaşadığınız da zahirî âlemdir. Zahirî âlemde hiç kimse normal standartlarda, nefsi görmez. İnsanların arasında gezersiniz; ama sizi kimse görmez. Dünyadasınız; ama siz uyuduğunuz esnada gündüzü yaşıyorsunuz. O zaman dünyanın öbür tarafındasınız, diğer yarım küresindesiniz ve güneşin olduğu taraf gecenin olduğu taraftan daima farklı ve dünya döndüğü için devamlı şekil değiştiriyor. Öyleyse nerede şartlar fizik değilse orada bilin ki; nefsiniz bu âlemdedir.

Ama bir de şartların fizik olduğu bir âleme gideceksiniz. Sizden evvel olanların yaşadığı berzah âlemi. O zaman bardağı tutabiliyorsanız, içindekini içebiliyorsanız oradasınız, berzah âlemindesiniz. Sizden evvel ölmüş olan kişilerin nefslerinin kıyâmete kadar yaşayacağı yerdesiniz.

Berzah âlemi, nefslerimize göre fizik olarak yaratılmıştır. Bütün insanların nefsleri öldükten sonra mutlaka oraya gider, orada yaşantılarını devam ettirirler. Kıyâmet gününe kadar orada yaşamakta devam ederler. İşte nefslerinizin o gittikleri yerde, sonsuz hızını devam ettirebilmek için Allah, nefslere küçücük bir değişiklik yaptırır. Nefslerin yapılarında yaptığı değişiklikle nefsimizin karşıt elektronlarının devir sayısını, elektron devir sayısının ötesine geçirir. O zaman berzah âleminde de sonsuz hızla hareket söz konusudur.

Nefsler bu âleme ulaştıkları zaman tekrar yapı değişikliğine uğrarlar. Işık duvarı üzerinden geçerken, iki âlem arasındaki ve bizim âlemimizde normal bir nefsin standartlarında gelirler. Bir gün inşaallah hepinize TAYYİ MEKÂN nasip olacak. TAYYİ MEKÂN`ı yaptığınız zaman şunu unutmayın; sakın şu vücudunuzu düşünmeyin. Neden düşünmeyin? Çünkü düşünürseniz soluğu vücudunuzda alırsınız. Tekrar dönmeniz de o gece hayli güç bir şey. İnşaallah yaşarsınız.

Yaşadığınız zaman göreceksiniz ki; aslında uçaklara falan fazla para vermenize gerek yok Allah`ın yardımıyla, her şey çok güzel gerçekleşebilir. İşte nefs tayyi mekânı, bu standartlar altında gerçekleşebilen bir olgudur. Söylediğim gibi hepiniz tayyi mekânı kim bilir kaç defa yaşamışsınızdır. Ama rüyada yaşadığınız için bunun bilincinde değilsiniz. Sadece bir hayal yaşadığınızı zannetmektesiniz. Oysa ki kişi rüyasında mutlaka bir gezegene gitmiştir.

Eğer nefs tayyi mekânının ötesine geçmek söz konusu ise, bunun adı ruh tayyi mekânıdır. Ruhumuz kendisine ait olan elektron devir sayısını dilediği an, dilediği stan-dartlarda değiştirmek imkânının sahibidir.

Ruhumuz 6 grup enerji küresinden oluşur ve emr âleminin de, zahirî âlemin de, berzah âleminin de bütün özelliklerini bir ruh, dilediği an kazanabilir veya yok edebilir. Zahirî âlemde bir ruh, dilerse zahirî âlemin bir parçası olur. Dilerse zahirî âlemin bir parçası olmanın hemen dışına çıkar. Berzah âleminde bir ruh, berzah âleminin varlığı olur. Herkes onu nefs zanneder veya dilerse bir anda bu standardın dışına çıkabilir.

Aynı ruh, gayb âleminde, gayb âleminin standartlarına girer veya dışına çıkabilir. Allahû Tealâ ruha farklı bir özellik vermiştir. O dilediğini, dilediği standartlarda yapmak imkânının sahibidir. Kim ruh tayyi mekânını yapabilir? Salâha ulaşan kişinin başının üzerine, Allahû Tealâ bir hediye olarak kendi ruhunu gönderir. Bu ruh tayyi mekânı yapması için Allahû Tealâ`nın o kişiye bir hediyesidir. Onun başının üzerinde taşıdığı bu ruh, aklının her zaman kumanda edebileceği, bir nevi uçak gibidir ve o ruha kumanda eden akıl, o ruhu dilediği yere bir anda ulaştırabilir.

Ruh tayyi mekânının nefs tayyi mekânından farkı, ruhun gittiği yerde fizik hüviyete derhâl bürünebilme imkânıdır. Ama orada o bunu yaparken, eğer fizik vücut uykuda değilse, o kişinin fizik vücuduna, akıl kumanda etmektedir. O zaman ruha Allah kumanda eder. Öyleyse, farklı bir tayyi mekân boyutuna girdik: Ruh tayyi mekânı. Sadece salâha ulaşıp da başının üzerine Allah`ın ruh tayyi mekânını yapmak üzere böyle bir ruhu hediye ettiği insanlar, bunu gerçekleştirebilir.

Bu konuda çok şeyler okumuşsunuzdur. Bir çok hikâyeler anlatılır. Ama aslında hangi evliya bunu gerçekleştirmişse biliniz ki bu hakikattir. Allah`ın kanunları, fizik kanunlardır. Fiziğin ötesi ise, o ait olduğu âlemin fiziğidir; gene aynı şeydir. Her âlemde geçerlidir, âlem farklılıkları sonsuz hızın varlığına sebeptir. Bir kişi fizik vücuduyla herhangi bir şehirde görünürken, onun ruhu başka bir yerde, meselâ hacda aynı anda, aynı gün görülebilir. O kişinin fizik vücudu uykudaysa, o sırada akıl, ruha kumanda eder. Kişi uyanıksa, fizik vücudunun içindeyse, aklı fizik vücuduna kumanda ediyorsa; o zaman ruha kumanda eden Allah`ın sünnetullahıdır. Ve bu tayyi mekânın sahibi olan kişi, aslında bu tayyi mekânı yaşayan değildir.

Öyleyse, bir çok evliya için anlatılan çok şeyler duymuşsunuzdur. Mevlâna Celâlettin Rumî aynı günde hem Konya`da görülmüştür, hem Hac`da görülmüştür ve normal standartlarda fizik olarak görülmüştür. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Çünkü söylediğimiz gibi ruh, dilediği âlemde fizik olabilir, dilediği âlemde fiziğin de ötesine geçebilir.

Bu ikinci tayyi mekân çeşidinde de ruhun hareket halinde olması, söylediğimiz gibi fizik vücudun uyku haline girmesiyle gerçekleşirse eğer; kişinin aklı, ruhu kontrolü altında tuttuğu için, bütün olanlardan Allahû Tealâ`nın bu evliyası her zaman haberdardır. Ama Allahû Tealâ bunu dilerse ruhu bir başka varlığa, bir başka şeyi ispat etmek için o kişinin ruhunu, Allah`ın sünnetullahıyla kumanda ederek başka bir yere her zaman gönderebilir ve dünya üzerinde bunun da neticeleri çok görülmüştür.

Bir başka tayyi mekân çeşidi var mı? Evet var, fizik vücut tayyi mekânı. Zannetmeyin ki, fizik vücut kendi kendine fizik vücut tayyi mekânı yapabilir. Hayır fizik vücut, daima bir vasıtadır. Öyleyse sonuca bakarsak ne görüyoruz? Fizik vücut tayyi mekânını yerli yerine oturtabilmek için, fizik vücutla nefs arasındaki ilişkinin çok iyi bilinmesi lâzımdır.

Fizik vücudumuzun içindeki nefs, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadar elektron devir sayısına sahiptir. Bu sebeple fizik vücudumuzun içinde esirdir. Fizik vücut bayılmadıkça, fizik vücut ölmedikçe, fizik vücut uykuya dalmadıkça nefs, fizik vücudumuzdan ayrılamaz. Belki bir insanın nefs tayyi mekânını yaşayabilmesi, 3 standartta gerçekleşir:

Fizik vücudun uyku haline girmesi birinci standart; bayılması, ikinci standart; ölmesi, üçüncü standart. Ölürse, artık o kişinin nefs tayyi mekânı, zaten 40 günlük bir mezarda geçen, geri kalanı da berzah âleminde geçen, kıyâmete kadar devam edecek olan bir tayyi mekân olayıdır. Fizik vücut tayyi mekânına gelince, bu söylediğimiz kanunla çok yakından alâkalıdır. Hangi kanunla? Nefsimiz fizik vücudumuz içinde esirdir. Neden esirdir? Çünkü nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzunkinin yarısı kadardır.

İşte öyle bir an düşünün ki; ruh, fizik vücudumuzun üzerine geliyor, yerine yerleşiyor; ama ruhun elektron devir sayısı fizik vücudumuzun iki katı kadar. Ne demek bu? Şu demek: Ruh, fizik vücudumuzu esir alır ve fizik vücudumuz, ruhumuzun her zerresine kumanda etmesi sebebiyle görünmez olur. Hiç kimse fizik vücudu göremez. Neden göremez? Çünkü ruhu göremezler. Ruh da fizik vücudumuzun her zerresine sahip olduğu, her zerresini kapladığı için, hiç kimse fizik vücudumuzu göremez.

İşte böylece fizik vücudumuzun, ruhumuzla birlikte sonsuz hızla hareket edebildiğini görüyoruz. Bir kişi ruh tayyi mekânı yaptığı zaman, ruhu oraya yalnız gider, sonsuz hızla gider, orada şekil değiştirir, normal bir insan hüviyetine girer. Kimse onun ruh mu, gerçek bir fizik beden mi olduğunu anlayamaz. Sonra da tekrar sonsuz hızla ait olduğu yere geri dönecektir. Fizik vücudun üzerindeki yerini tekrar alacaktır; ama fizik vücut tayyi mekânında gidilecek yere ulaşıldığı zaman, ruh kontrol müessesini bıraktığı anda fizik vücut orada serbesttir. arada dilediği gibi hareket edebilir; ama kendi âlemine, bulunduğu yere geri dönerken, o zaman tekrar fizik vücudu, ruhun kontrolü altına alması gerekir ve tekrar ruh, iki kat devir sayısıyla fizik vücudun üzerine gelip onu tamamen kaplar.

Bu, geri dönüş için mutlaka gereklidir. Geriye ulaşıldığında, ait olduğu yere geri dönüldüğünde, ruh tekrar fizik vücudu terk eder ve başın üzerindeki yerini alır. Fizik vücutta, orada sanki bir uykudan uyanmış gibi normal standartlarına ulaşır. Fizik vücut standartları, ruh standartları, nefs standartları, 3 ayrı tip tayyi mekânı sergiler.

İşte Hazreti Süleyman`ın Belkıs`ın tahtını getirmeden evvel, "Bana hanginiz onun tahtını getirebileceksiniz?" dediği zaman, ifrid adlı cin diyor ki: "Siz daha yerinizden kalkana kadar, ben onu size getirebilirim." Kitap`tan bir ilme sahip olan adamsa dedi ki: "Siz gözünüzü açıp kapatıncaya kadar, ben onu size getiririm." Allahû Tealâ:"Ve Hazreti Süleyman, o kişiden yüzünü döşemeye çevirdiği zaman, döşemenin üzerinde tahtı gördü." diyor.

Öyle ise, olay gerçekleşmiş. Allahû Tealâ, Hazreti Süleyman`a verdiği hızları, üç ayrı bölümde dizayn etmiştir. Ve Hazreti Süleyman devamlı olarak tayyi mekânı yaşamıştır. O, sonsuz hızın sahibiydi. Bu statüde, Allahû Tealâ`nın zamanı geriye çalıştırması veya sonsuz hızı tarif eden bir çok âyet-i kerimesinin var olduğunu görüyoruz.

Meselâ; yedi uyuyanlar için Allah’u Tealâ zamanı durdurmuştur. Zaman, diğer insanlar için devam ediyor; ama onlar için gitmiyor. Onlar mağaraya alındıklarında Allahû Tealâ`ya diyorlar ki: "Yarabbi, bize katından bir mürşid gönder, bizi mutluluğuna ulaştır." Allahû Tealâ diyor ki: "Onları sağdan sola, soldan sağa hep döndürdük, aya çıktıkları zaman uyandırdık onları. Ne kadar diye sordular birbirlerine, ‘bir kaç saat dediler` diyor.” Ama fırına ekmek almaya gittiklerinde ellerindeki paraların iki yüz, üç yüz yıl evveline ait olduğu anlaşıldı ve böylece yedi uyuyanlar o dizayn içersinde, zamanın kendilerine çalışmadığı bir ortamın sergilendiğini anladılar.

Allahû Tealâ`nın ihsan ettiği hız müesseseleri, bütün sistemlerde Allah`ın emrettiği biçim ve boyutta geçerlidir. Meselâ Allahû Tealâ dünya ile kendi arasındaki mesafeye “elli bin yıllık yol” diyor ve meleklerin oraya bir günde çıktığını söylüyor. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)`in BİR KAÇ DAKİKADA ÇIKTIĞINI GÖRÜYORUZ. Öyle ise farklı sistemler söz konusudur.

Bugüne kadar dünyadan Allah`ın katına kadar fizik vücuduyla gidip oradan dönebilen, sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)`dir Hazreti İdris`in de, Hazreti İsa`nın da Allah`ın katında olduğu söyleniyor. Fizik vücut olarak oradalar ve  Hazreti İsa`nın tekrar döneceği konusunda Allahû Tealâ`nın kesin bir teminatı var. Ama Hazreti İdris`in ne olacağı hakkında bir işaret, Kur`ân-ı Kerim`de yoktur. Bu da bir tayyi mekândır. Hazreti İdris`in cennete alınması olayı, bir tayyi mekân olayıdır.

Hazreti İdris, Allahû Tealâ`ya diyor ki: "Mutlaka cennetini görmek istiyorum." Allahû Tealâ sonunda dayanamıyor, onu cennetine götürüyor. İyice dua ettikten sonra: "Çık, tekrar seni dünyaya göndereceğim." diyor. Hazreti İdris diyor ki: "Çıkmam." Allahû Tealâ: "Ama bana çıkacağım diye söz verdin." diyor, Hazreti İdris diyor ki: "Tamam, verdim; ama şimdi çıkmak istemiyorum. Sen, benim Rabbimsin, beni affedersin". Allahû Tealâ diyor ki: "Kabul ettim. Hadi kal burada!"

Yani naz makamı da Allahû Tealâ`ya bazen böyle, onun önceden bildiği; ama bilmez göründüğü şeyleri yaptırır. Allahû Tealâ muhakkak her şeye kadirdir. Hazreti İsa`nın göğe alınışına beraberce bakalım. On ikinci havari Romalılara haber verir ve salona gelir. Allahû Tealâ diyor ki: "O geldiği zaman, Biz onun yüzüyle Hazreti İsa`nın yüzünü değiştirdik. Onu İsa`ya götürdüler. Çarmığa gerdiler. Biz de Hazreti İsa`yı katımıza kaldırdık" .

Nasıl kaldırmış? Gene tayyi mekân olayı. Hem Hazreti İdris`in, hem de Hazreti İsa`nın olayı, tayyi mekân olayıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)`in Allah`ın katına çıkması, mirac olayı, gene tayyi mekândır. Üçü de fizik vücud tayyi mekânını yaşamıştır. Unutmayın, hepsinin fizik vücutlarının üzerine, ruhları örtü olmuştur. O standartlar içinde, Allah`ın göklerine yükselmişlerdir. Allah`ın katına kadar yükselmişler ve iki tanesi orada kalmıştır. Sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)`e has bir olay yaşanmıştır. O, tekrar geri dönmüştür. Allahû Tealâ`ya ne kadar hamd etsek şükretsek azdır ki;

O bizim Peygamberimiz. Allahû Tealâ Kur`ân`ı ona indirmiş ve bütün âlemlerde mutlaka tanınan bir peygamber. Allahû Tealâ onun için diyor ki: "Seni âlemlere rahmet olarak yarattım." Kur`ân-ı Kerim için de gene Allahû Tealâ öyle söylüyor: "Âlemlere rahmet olarak yarattım." diyor.

Kur`ân-ı Kerim sadece şu bizim dünyamızda Peygamber Efendimiz (S.A.V)`e indirilen, sadece bu dünyada tanınan bir dîn kitabı değildir. Allah`ın bütün âlemlere indirdiği bir kitaptır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) de o kitap kendisine inen kişi olarak, bütün âlemlerde tanınmaktadır.

İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)`in miracına dikkatle baktığımız zaman, onun da bir fizik vücut tayyi mekânı olduğunu görüyoruz. Ne yapmış Allahû Tealâ? Gelecek nesillere ve Mekkeli`lere ibret olsun diye Peygamber Efendimiz (S.A.V)` i doğrudan doğruya katına almamış. Evvelâ oradan bilmem kaç hafta mesafede olan bir kervana, Peygamber Efendimiz (S.A.V)`i ulaştırmış. Orada durmuş. Peygamber Efendimiz (S.A.V), o kervan sahipleriyle konuşmuş. 1-2 dakika konuşmadan sonra oradan ayrılan Peygamber Efendimiz (S.A.V), bir kaç dakika sonra, ikinci kervana ulaşmış. (2.kervan, 1.kervandan 1 hafta sonra gelecek Mekke ye) ve onlarla da konuşmuş. Özellikle zaman ölçüsünü onlara tayin ettirmiş ve ondan sonra da Allahû Tealâ onu Mescid-i Aksa`ya ulaştırmış. Mescid-i Aksa`yı da tavaf ettikten sonra, oradan Allahû Tealâ`nın katına yükselmiş.

Allahû Tealâ Kur`ân-ı Kerim`de buyuruyor ki: "Kalbi gördüklerini tekzib etmedi." Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allahû Tealâ`nın katına ulaştığı zaman gördüğü şeyi, ruhunun baş gözleri ile görüyor; ama ondan evvel gördüklerini -Allahû Tealâ bize de, bütün kalp gözü açık olanlara gösterdiği gibi-, kalp gözüyle göstermiş ve Allahû Tealâ bu sebebe dayalı olarak: “Kalbi gördüklerini tekzip etmedi.” diyor. Biliyorsunuz ki; Hazreti Musa da Allahû Tealâ`yı baş gözleriyle görmek istedi, görmekte ısrar etti. Allahû Tealâ da buyurdu ki: "Sen buna dayanamazsın. Biz baş gözlerini bizi görecek olan vasıfta yaratmadık. Onun için sen peygamber de olsan buna dayanamazsın, bundan vazgeç." dedi. O da: "Vazgeçmem." dedi. Allahû Tealâ: "Öyleyse, şimdi bu karşıdaki dağa tecelli edeceğim. O, beni kendi gözleriyle görecek. (Dağın kendisine has olan görme özelliğiyle görecek.) Sonucun ne olduğuna bak. Ondan sonra ısrar ediyorsan, o zaman düşünelim." Ve Allahû Tealâ dağa tecelli etti. Dağın kendisine ait olan görme hassasıyla, Allahû Tealâ`yı görmesini sağladı; ama dağ bile dayanamadı ve berhava oldu ve Hazreti Musa da o anda dağın görme hassasını yakaladı ve bayıldı. Bu görüşten sonra Hazreti Musa`nın artık Allahû Tealâ`yı baş gözüyle görme talebinden vazgeçtiğini görüyoruz.

İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allahû Tealâ`nın huzuruna vardığı zaman, baş gözleriyle Allahû Tealâ`yı görmedi. (Fizik vücudunun) Ruhunun baş gözüyle gördü ki; ruhu zaten emr âleminin varlığıdır. Allah`ın katındaki varlıkların gözleriyle gördü. Unutmayın, huzur namazının imamının fizik vücudu orada değildir, ruhu oradadır. Bütün o namaz kılanların fizik vücutları değil, ruhları namazları kılmaktadır. Öyleyse hepsi, her an Allahû Tealâ`yı görebilmektedirler ve sadece fizik vücudumuzun gözleri Allahû Tealâyı görmeye tahammül edemez. Nefsimizin gözleri Allahû Tealâ`yı görmeye tahammül edemez; ama ruhumuzun gözleri Allahû Tealâ`yı görmenin yeterli vasıflarına sahiptir.

Bir de nefsimizin kalbindeki kalp gözü, Allah`ı görmenin standartlarına sahiptir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), giderken Cebrail (A.S)`ı gördü. Onunla karşılaştılar, konuştular. Oradan Allahû Tealâ`nın katına ulaştı, geriye döndüğünde, ispat vasıtaları birer birer geliyordu. Peygamber Efendimiz ( S.A.V) demişti ki: “Falanca yerde kervanla karşılaştım”. Tabiî hiç kimse inanmamıştı; ama kervan denildiği zaman, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile karşılaştıklarını, konuştuklarını anlattılar. Onlardan bir hafta sonra gelen ikinci kervan da aynı şeyleri söyledi ve peygamber Efendimiz (S.A.V)` e Mescid-i Aksa hakkında sual sordukları zaman; derhal gözünün önüne Mescid-i Aksa`nın bütün camları, pencereleri, her şeyi geldi ve bütün cevapları bir defa daha görerek, net olarak verdi.

Öyleyse miraç olayı da tam bir tayyi mekân olayıdır. Fizik vücut tayyi mekân olayıdır ve Kur`ân-ı Kerim`de birçok fizik vücut tayyi mekânından bahsedildiğini görüyoruz. Tayyi mekân dediğimiz zaman, fevkalade güzel bir olayın yaşanması söz konusudur. Bilet parası falan ödemeden bir yerden bir yere her zaman gitmek mümkündür. Allahû Tealâ, O`nun yoldaki bütün dileyen insanlara lâyık oldukları gün mutlaka bu ihsanda bulunacaktır.



GÜZİN OSMANCIK